Obezitenin sağlığımızı bozduğu fikri insanlık tarihi kadar eskilere dayanmaktadır. Ancak obezite üzerine yapılan çalışmalar obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarını her geçen gün daha iyi ortaya koymaktadır. Obezite sadece fiziksel görünüş bozukluğu değildir. Başta hormonal sistem olmak üzere kalp damar sistemi, kas iskelet sistemi gibi birçok sistemimiz üzerine kalıcı hasarları olan bir bozukluktur. Yani saçlarımızdan ayak tırnaklarımıza kadar tüm organların işlevini etkileyen ciddi bir hastalıktır. Obezite genel olarak beklenen yaşam süresinde 12 yıl kısalmaya yol açmaktadır. Obezite cerrahisi sonrası ise yaşam kalitesinde %95’lere varan hayat kalitesinde artış olmaktadır. Peki obez hastaları neler bekliyor kısaca özetleyelim:
Obezite ile hipertansiyon arasında sıkı bir ilişki vardır. Hipertansiyon hastalığı toplumumuzda o kadar sıktır ki artık bu tıbbi terimi bile bilmeyen kimse yoktur. İlginç olanı ise hipertansiyon hastalarının %50’sinin obez olmasıdır. Yapılan çalışmalarda, vücut kitle indeksi >25 olan kişilerde hipertansiyon gelişme riskinin 5,2 kat arttığı gösterilmiş. Ayrıca alınan her 10 kilonun koroner arter hastalığı riskini %12 oranında artırdığı kanıtlanmıştır. Kalp damar hastalıkları riskinin ise vücut kitle indeksi 30 kg/m2 ve üzerinde olan kişilerde %53 oranında arttığı belirtilmektedir. Uzun dönem ve kontrolsüz hipertansiyon ise kalp yetmezlikleri, kalp krizleri ve ani ölüm risklerini artıran en önemli etkendir. Bu nedenle obezite tansiyon ve kalp hastalıkları için en önemli risk faktörüdür. Hipertansiyon hastalarında obezite cerrahisi sonrası antihipertansif ilaçlar ya kesilmekte veya azaltılmaktadır.
Obezitenin bir sonucu olarak ortaya çıkan insülin direnci sadece Tip 2 diyabetin değil aynı zamanda kolesterol yüksekliği ve karaciğer yağlanmasının da zeminini oluşturmaktadır. Artan insülin direnci nedeniyle yağ dokularından yağ yıkımı artışına bağlı karaciğere gelip burada biriken yağ miktarı ve kanda dolaşan kolesterol miktarı artmaktadır. Bu durum uzun dönemde ciddi kalp ve damar hastalıklarına ve karaciğer yağlanması sonrası siroza gidiş için bir başlangıç teşkil etmektedir. Eskiden karaciğer yağlanmasının en sık nedeni alkol olarak olarak bilinmesine rağmen günümüzde obezite ilk sıraya yerleşmiştir. Çünkü obez hastaların %94’ünde eşlik eden karaciğer yağlanması problemi vardır.
Vücudun tüm hücrelerinin enerji dağıtımını pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu düzenlemektedir. Obezitede görülen özellikle bel ve kalçada aşırı yağ birikimi sonucu olarak gelişen insülin direnci pankreas bezinde daha fazla insülin salgılanmasına ve dolayısıyla kan şekerinin yükselmesine yol açmaktadır. Obezite hastalarında bu mekanizma nedeniyle şeker hastalığı sıklıkla görülmektedir. Dünyadaki Tip 2 diyabet hastalarının %80’inin obezite nedeniyle görüldüğü bildirilmektedir. Obezite ve diyabet ilişkisi sebep sonuç ilişkisidir. Bu nedenle doğru tedavilerle ikisinden de birden kurtulmak mümkündür.
Halk arasında kireçlenme olarak bilinen “osteoartrit” hastalığı eklemlerde meydana gelen aşınma ve yıpranma sonucu ortaya çıkar. Sıklıkla diz ekleminde görülen hastalık özellikle dizlere yük binmesine bağlı kemiklerin bağlantı bölgelerinde aşınma ve kemik kaybına bağlı eklem hareketliliğinin kısıtlanması ile sonuçlanır. Obezlerde kireçlenme riski erkeklerde 2, kadınlarda 3 kat artmaktadır. Ayrıca bu kireçlenme başladıktan sonra obezite tedavi edilse bile diz problemi geriye döndürülememektedir. Bu nedenle obezitede kireçlenmeden kurtulmak için kireçlenme başlamadan obeziteden kurtulmak gerekmektedir. Genellikle 40 yaşından sonra görülen bu hastalık sonrasında bir kısır döngüyü beraberinde getirmektedir. Obez bireyler dizlerindeki kireçlenme nedeniyle fiziksel aktivitelerinde azalma olmakta bu da daha çok kilo artışına yol açmaktadır. Kireçlenmeden kurtulmak için cerrahi müdahale gerekecektir ancak obez hastaların da cerrahisi hem konforlu olmayacağı hem de hastalar için riski artacağı için cerrahi de yapılamayacak ve hasta kısır döngüye girecektir. Bu nedenle obezitede erken dönemde tedavi çok önemlidir.
Uyku-apne hastalığı, horlama ve uyku esnasında nefes alıp vermenin geçici olarak kesintiye uğramasıdır. Uyku esnasında bazen solunum bir dakika içinde bile birçok kez kesintiye uğrar. Buna bağlı oksijen düşüklüğü ve uykunun yüzeyelleşmesine bağlı uyku kalitesi ciddi oranda düşer. Hasta derin fazda uyuyamadığı için gün içerisinde baş ağrısı, uykusuzluk, konsantrasyon ve hafızada azalma çeker; ayrıca ruh halinde birtakım değişiklikler meydana gelebilir. Obez hastaların %45’inde obstrüktif uyku-apne sendromu görülürken, uyku-apneli hastaların %70’inin obez olduğu gösterilmiştir. Uyku apne hastalığı olan obez hastalarda ise obezite cerrahisi sonrası hastalıkta %100 gerileme olmaktadır. Bu nedenle obezitenin uyku-apne hastalığının gerilemesi için tedavi edilmesi şarttır.
Son dönemlerde yapılan çalışmalar bireylerde aşırı kilo alımı ile vücudumuzda bazı istenmeyen ve kanseri tetikleyen maddelerin düzeyinde artış olduğunu kanıtlamıştır. Bu maddelerin uzun süreli artışı vücutta kronik inflamasyonu tetiklemekte ve kanser oluşum sürecini başlatmaktadır. Vücut kitle indeksinde her 5 birimlik artış kanser riskini yüzde 10 oranında arttırıyor. Obez hastalarda kansere bağlı yaşam kaybı yaklaşık %20 artmaktadır. Obez kadınlarda kanser görülme ihtimali ise normal kilolulara göre %40 daha fazladır. Obez erkeklerde kalın bağırsak, böbrek, yemek borusu), prostat, safra kesesi ve pankreas kanseri dahil birçok kanser gelişiminde riski arttırdığı gözlenmiştir. Kadınlarda ise, mesane, rahim, böbrek, pankreas, yemek borusu ve özellikle menopoz sonrası görülen meme kanserleri obez hastalarda daha sık görülmektedir.
Fazla yağ oranı vücuttaki östrojen dengesini bozarak kalitesiz yumurta gelişimini etkileyerek infertilite riskini artırmaktadır. Normal kilolu olan kadınlara göre, vücut kitle indeksi ≥35 olan kadınlarda hamilelik oranı %26, vücut kitle indeksi ≥40 olanlarda da %43 oranında daha düşüktür. Obez bireylerde yardımcı üreme tekniklerinde de olumsuz sonuçlanma riski artıyor. Bu nedenle hamilelik düşünülüyorsa ilk yapılacak şey obeziteden kurtulmak olmalıdır.
Obezite ve depresyon ilişkisi tam bir kısır döngüdür. Depresyona bağlı aşırı yeme güdüsü obeziteye yol açtığı gibi obezite de bireylerde birçok psikolojik bozukluğun öncüsü olmaktadır. Özellikle bireylerin fiziksel değişimleri, kendini beğenmeme, özgüven kaybı, toplumdan uzaklaşma, sosyal izolasyon ve sosyal çevrenin de baskıları sonucu obez bireylerde ciddi travmalar ve sosyal fobilerin temelini oluşturuyor. Uygun kıyafet bulma zorluğu, genel kullanım alanlarından yararlanamama ve dahası iş kayıpları olası hale gelmektedir. Bu nedenle tek başına bu durum bile obeziteden kurtulmak için yeterli bir sebep sayılabilir.
Comments are closed